Issız bir sokakta
açıyorum gözlerimi. Üzerimde kurumaya yüz tutmuş kıyafetlerim… Başım, sırtım,
kollarım, bacaklarım, dizlerim… kısacası her yerim ağrıyor. Yavaşça yerimden
doğrulup yanımdaki duvara tutunarak ayağa kalkıyorum. Kafamı kaldırıp gökyüzüne
bakıyorum. Hava kararmaya başlamış. Ne kadar zamandır bu sokaktayım?
Bilmiyorum.
Küçük adımlarla
hareket etmeye çalışırken, yürümüyor adeta kendimi sürüyorum. Hafif bir rüzgar
esiyor ama hissettiğim, iliklerime kadar işleyen koca bir fırtına. Yürüdüğüm bu
sokak hiç tanıdık gelmiyor bana. Hangi ülke, hangi şehir, hangi kasabadayım bilmiyorum.
Bir önemi var mı onu da bilmiyorum.
Gözümde canlanan
en son kare şiddetli yağmurda sığındığım, terkedilmiş bir evin avlusu. Başka
bir şey hatırlamıyorum. Öncesi yok.
İçimde garip bir
his var. Huzursuzum. Hiçbir şey hatırlayamıyorum. Sanki başımın ağrısı geçse,
hafızamın üstüne çöken sis perdesi aralanacak ve her şeyi hatırlayacakmışım
gibi hissediyorum. Şanslıyım, en azından bir şey hissedebiliyorum. Devam
edebilirim o zaman yoluma. Yolum? Hangi yol? Bilmiyorum.
Huzursuzluk nefes
alıp verişlerimi hızlandırıyor ya da her attığım adımda sarf ettiğim çabayla
artan nefes alıp verişlerim beni huzursuz ediyor. Bunu tam olarak ayırt
edemiyorum. Kalp atışlarım hızlanıyor, düşüyorum. Bayılmışım...
Gözlerimi yeniden
açtığımda terk edilmiş evin avlusundayım. Yağmur o kadar şiddetli yağıyordu ki,
kendimi buraya zar zor attığımı hatırlıyorum. Etrafıma bakıyorum. Arkamda
kocaman bir E harfi var. Bu ne yahu? Benim belki iki katı büyüklüğümdeki bu
simsiyah E harfi de ne arıyor burada? Avluyu kolaçan ediyorum başka nasıl bir
gariplikle karşılaşacağımı bilmeden. Bir köşede durmuş, adeta beni gözetleyen
bir K harfi var. E ile neredeyse aynı büyüklükteki bu K, incecik bir fidanın
arkasına saklanmış, beni gizlice izlediğini sanıyor. HA HA! Yemezler...
- Hey
K! Nesin sen? Ya da kimsin mi demeliyim?
Bu ne yahu? Bir
tür şaka mı? Koca koca harfler ve kırık dökük eşyalarla depoyu andıran bu
avluda harflerle konuşuyorum resmen. Kafayı yemem an meselesi.
Yıllardır
kullanılmadığı gün gibi aşikar, yediği yağmur sularıyla pas tutmuş bir de bahçe
masası var bu avluda, ki en mantıklı şey şu an o bahçe masası benim için. Masanın
altında küçücük bir g harfi var. Hafifçe kımıldadığı için fark edebiliyorum
onu. Sinmiş masanın altına ama saklanmıyor... Onun da yağmurdan korunmak için
burayı seçmiş bir hali var.
Sanki bir tür
kare bulmacanın içindeyim ve harfleri bir araya getirip bir şifre çözmem
gerekiyor. Öyle mi acaba? Bu kadar karışık mı aslında her şey? Ya da ben mi
karmaşıklaştırıyorum? E, K ve G... EKG, EGK, KEG, KGE, GEK, GKE... Amaaan!
Birleşince bir anlam çıkmıyor ki bunlardan. Neyse ne... Girdiğim gibi çıkarım
ben bu avludan. İyi de bu avlunun girişi neredeki diye düşünürken arkamdan bir
hışırtı sesi duyuyorum. Bu da nesi? Bir harf daha.
- H!
Gördüm seni. Kaçamazsın benden.
Bu harfler benim
için hiçbir şey ifade etmiyor. Birleşmiyorlar. Birleşince bir anlama
gelmiyorlar. Sadece kafamdaki soru işaretlerine bir yenisini daha eklemekten
başka bir işe yaramıyorlar. Avlunun içinde bir o yana, bir bu yana koşmaya
başlıyorum. Bu harflerle ilgili algılayabildiğim tek şey; ben hareket ettikçe
onların da benimle birlikte hareket ettikleri. Hepsi bu...
Bir amacım var,
buradan çıkıp gitmek. Bulmam gereken şey, bir çıkış kapısı. Paslı masanın
yanına oturuyorum. Şu an hem koşup hem de düşünebilecek durumda değilim.
Kafamın içinde “Ya kapıyı
bulamazsam? Kapıyı buldum diyelim ya açamazsam? Ya o kapının kilidi kırılmışsa?
Ya buradan hiç çıkamazsam?” gibi sorular yankılanıyor. Her saniye sorulara bir
yenisi eklenirken, avluya saklanmış diğer büyük harfler de gün yüzüne çıkıyorlar.
Kendi kendime sorduğum sorular beni tedirgin ettikçe, harfler üstüme üstüme
geliyor. Nefes alamıyorum. Masanın altına girip gözlerimi sıkıca kapıyorum ve
bu anın bir çırpıda geçmesini diliyor ve bekliyorum. Gözlerimi açtığımda
değişen bir şeyin olmadığını görüyorum. Gözlerimi yeniden sıkıca yumup olduğum
yerde çaresizce ileri geri sallanıyorum. Harfler üstüme geliyor, kapana
kısıldım. Kafamın içindeki sorular avaz avaz bağırıyorlar. Kımıldayamıyorum.
Her şey kontrolüm dışında gelişiyor. İçinden çıkılmaz bir haldeyim.
İmdaaaaaaaaat!!!!!!!!!!
- Buradayım
ben, merak etme.
- Sen de
kimsin? g?
- Evet,
benim.
- İyi
de sen kimsin?
- Korku,
Endişe ve geçmişte yaşadığın Hayal kırıklıklarını bir kenara bırakmazsan
buradan asla çıkamazsın. Benim kim olduğumu da ancak o zaman anlayacaksın.
Kendimden emin
bir şekilde masanın altından çıkıyorum. Harfler bir anda şaşırıyorlar bu
hareketime. Önce onları itiyorum bir kenara. Gitmek istemiyorlar ama artık eski
baskılarını da hissetmiyorum üzerimde. Madem gitmiyorlar, ben de onları yanıma
alıp yürümeye başlıyorum. O an bir ışık huzmesi avluyu aydınlatıyor ve ışığa
doğru birlikte yürüyoruz. Peki g nerede?
.... Ayıldığımda
ben kimim, neden bu ıssız sokaktayım, buraya nasıl geldim... her şeyi
hatırlıyorum. Yığıldığım yerden doğruluyorum. Gün ağarmaya başlamış. Ellerim
cebimde yürüyorum nereye gideceğimi bilerek ve önümde ne kadar uzun bir yol
olduğunu hissederek. Sağ cebimde küçük bir kağıt var. O kağıdı hiç açmıyorum
ama içinde ne yazıyor biliyorum... ‘Güven’
Henüz birkaçını okuyabildim, güvendim.
YanıtlaSilYazılar konusunda da endişe, korku ve hayal kırıklıklarının engelleyici olmaması dileğiyle.
Teşekkürler...