27 Ocak 2012 Cuma

Kar Küresi...

Sabah perdeler arasından yüzüme vuran gün ışığı... Gözlerim yarı açık, gördüğüm rüyayı anlamlandırmaya çalışmakla geçen birkaç dakika... Gözlerimi kapayıp rüyaya geri dönme çabaları... "Yapabilirim! Tekrar uykuya dalabilirim! Yapabilirim!" Tavana bakan bir çift göz ve sonuç başarısızlık...

"Başucunda bir not defteri bulundur ve gördüğün rüyaları unutmadan, yatağından kalkmadan yaz" demişti vakti zamanında gittiğim bir psikolog. Ama şu an gördüğüm rüyayı uzun uzun yazmak gelmiyor içimden. Bu yüzden not defterime sadece gördüğüm rüyanın bana hatırlattığı ilk şeyi yazıyorum, "Citizen Kane"(Yurttaş Kane; yönetmen Orson Welles'in sinema tarihinin en iyi eseri olarak görülen filmi). "Gün ortasında, bir an yüzümüzde soluklanıp bilinç dışına savrulan düşünceler rüyalara aittir, aynı günün gecesinde göreceğimiz rüyaların haberini getirirler bize. Aklımıza düşer düşmez unutayazdıklarımız." diye yazmış Latife Tekin, "Rüyalar ve Uyanışlar Defteri" adlı kitabında. Acaba ben farkına varmadan bilinç dışına atılmış hangi olaylar sebep oldu bu rüyayı görmeme?

Not defterimi yerine bırakıp sıcak yatağın keyfini çıkarıyorum. Günü daha fazla öldürmeden yataktan kalkma fikri beni yavaş yavaş esir almaya başlıyor. Yatakta boydan boya gerinip yatağın köşesine oturuyorum. Birkaç dakika etrafa bakınıyorum. Duvarda posterler, kartpostallar, oyun afişleri, fotoğraflar... Dün akşamdan kalma etrafa saçılmış kıyafetler... Raflar dolusu kitaplar... Odadaki herşeye o kadar alışmışım ki, ne güzel olduklarını unutmuşum. Bakmışım ama görememişim. Alışmışım ve unutmuşum. Ne yazık!

Eşyalar sadece basit birer örnek alıştıklarımız ve unuttuklarımız için... Çünkü yatağımda oturup odamı seyrederken, bakmayı bırakıp görmeye başlarken, aslında o an öncelikli anlamlarını yitirip bambaşka anlam kazandılar benim için. Yıllardır başucumda duran kar küresi mesela. O, şu an artık ben "görmeye" başladığımdan beri, sadece bir kar küresi değil, ortaokulda en yakın arkadaşımın bana hediye ettiği bir kar küresi... O kar küresinin yıllardır odamda olduğunu unuttuğum gibi, o arkadaşımı da mı unuttum yoksa? Yıllarımı beraber geçirdiğim canım arkadaşımı? Çevremizdeki insanlara, ailemize, dostlarımıza, arkadaşlarımıza, akrabalarımıza, komşumuza da mı aynı duyarsızlık, unutkanlık ve alışkanlıkla yaklaşıyoruz yoksa?

En son ne zaman "Seni seviyorum" dediniz? En son ne zaman teşekkür ettiniz? En son komşunuzla ne zaman selamlaştınız? Sevdiklerinize, onlara yeteri kadar değer verdiğinizi düşündürtecek en son ne yaptınız, ne söylediniz? En son ne zaman bir akrabanızı arayıp hâl hatır sordunuz? En son ne zaman ziyaretlerine gittiniz? En son ne zaman yaptığınız bir yanlışı kabul edip karşınızdakinden özür dilediniz? En son ne zaman birini can kulağıyla dinlediniz?

Sadece bir rüya ve onun tekrar görmemi sağladığı bir kar küresi neler düşündürttü bana sabah sabah... Aklımdan geçen bunca düşünceyle yataktan kalkıp pencereye doğru gidiyorum. Perdeyi araladığımda beyaza bürünmüş İstanbul selamlıyor beni. Bende İstanbul'a gülümseyerek, kürenin içindeki evin penceresini açıp kar tanelerinin içeri girmelerine izin veriyorum. Bir yerden başlamak lazım...

11 Ocak 2012 Çarşamba

Kızarmış ekmek kokusu...

Mutfakta bir hareket... Çaydanlıktan gelen fokurtular... Mis gibi omlet kokusu... Yeteri kadar kızardığını düşünen ekmek, kendini ekmek kızartma makinesinden yukarı doğru fırlatıyor. Hafif bir yanık kokusu etrafı sarıyor. Yeteri kadardan biraz daha fazla kızarmış demek ki :) Omlet kokusuyla içiçe geçen ekmek kokusu, masadaki peynir kokularıyla karışıyor.

Geldi mi sizin de burnunuza?  "Aman, alt tarafı ekmek kokusu!" mu? Hayır, alt tarafı ekmek kokusu, omlet kokusu ya da başka bir koku değil işte, üst tarafı başka... Ne ya da neler hatırladınız kim bilir bir yanmış ekmek kokusuyla? Çocukluğunuza döndünüz belki... Belki bir anı canlandı hafızanızda... O anı yaşarken hissettiklerinizi bir daha yaşadınız belki de...

Kokular... Yeni insanlarla tanışıp sıkılan eller. O ellerden ellerinize sinen parfüm kokuları, o insanların kendi bedenlerinin kokuları. O kokuların size anımsattıkları. Dubai'nin görkeminden başınızın döndüğünü sanan insanlar etrafınızda, siz ise belki de en basit, en sade, en şatafatsız, belki de en izbe bir mekanda yaşanan anılarda, Dubai'den kilometrelerce uzakta... Boş gözlerle bakarsınız etrafa. Bedeniniz bulunduğunuz yerde, ruhunuz olmak istediğiniz yerdedir. Saniye saniye hissedersiniz ruhunuzun bedeninizden ayrılışını, varmak istediği noktaya gidişini... O gidilen yolun uzunluğu değildir de önemli olan, gittiğiniz yer ve yanınızda oraya götürdüklerinizdir. Ruhunuz bedeninize geri dönünce bir karın ağrısı ya da kalp sızısıdır hissettiğiniz... Belki de bir özlem...

Bir koku, alt tarafı bir koku değildir işte... Yıkarsınız çıkmak bilmez bazen, kurtulmaya çalışırsınız, üstüne yeni kokular sıkarsınız, yeni kokular koklarsınız yine olmaz. Yapışır üstünüze. Size hatırlattığı ne ise, hangi duygu ise, başka bir zaman o duygu yaşanınca yeniden ya da hatırlattığı her neyse düşünce akla, gelir o koku burnunuza... Hele bir acıysa hatırladığınız "burnunuzun direği sızlar". Türk Dil Kurumu, deyimler sözlüğünde burnunun direği sızlamak deyimi, "maddi veya manevi çok acı duymak, çok üzülmek" olarak tanımlanır. Başka bir tanıma göre "Özlem duygusunun beyne iletilmesiyle, beynin burun mukozasına yolladığı bir asit sonucu hissedilen durum" dur. Bu açıklama bilimsel olarak ne kadar doğru bilmiyorum, fakat herhangi bir duygu "koku alma duyusu olan burun" ile alakalı bir deyimle açıklanıyorsa, o duyguyu tetikleyen kokunun bunda payı büyüktür diye düşünüyorum.

Koku alma duyusu ile hafıza arasında bir ilişki vardır. Kulak-Burun-Boğaz Uzmanı Doçent Doktor Erhun Şerbetçi'nin "Koku ve Hafıza İlişkisi" üzerine bir gazeteye vermiş olduğu röportajda belirttiği üzere, "Çevremizdeki kokuları yabancılık çekmeden tanımamızın nedeni bir koku hafızasına sahip olmamızdır. Her türlü koku, özel bir kodlamayla koku belleğinde arşivlenir. Bir kokuyla karşılaştığımız anda, bu arşive başvurularak koku tahlil edilir. İlk defa duyumsadığımız, hafızamızda bilgileri bulunmayan bir koku da diğer kokulara benzetilerek yorumlanır. Böyle bir belleğimiz olmasaydı, bir kokuyu tanımlamak imkansız hale gelecekti. Koku ile hafızanın ilişkisi bu kadarla da sınırlı kalmaz. Çünkü kokular, kendileriyle bağlantılı olarak geçmişte yaşanan bazı olayları da aklımıza getirirler." Yani kokunun hafıza üzerinde tetikleyici bir özelliği vardır. Geçmişte yaşanmış herhangi bir olay, o olayla bağlantılı bir kokunun yeniden hissedilmesi halinde koku belleğine yollanan sinyallerle hatırlanıp o olayın hissettirdiği duyguları da ortaya çıkarır. Her koku insanların yaşanmışlıklarına göre farklı anıları ortaya çıkaracağından kimini mutlu eden bir koku, başka birini mutsuz edebilir.

Eski evimizde yaz aylarında hep balkonda kahvaltı ederdik. Annemin hazırladığı kahvaltıya ekmekler kızarana kadar kimse dokunmazdı. Kızarmış ekmeğin kokusunu duyana kadar masadaki herkes sabırsızlıkla annemin mutfağın köşesini elinde ekmek sepetiyle dönmesini beklerdi. Bahçeden gelen hanımeli kokusu eşliğinde yapılan kahvaltının tadını hiçbir yerde bulamazdınız. Her ne kadar kahvaltı yapmaktan pek hoşlanmasam da, kızarmış ekmek ve hanımeli kokusu duyunca ister istemez çocukluğumdaki o eve giderim hafızamda, o evdeki yaşanmışlıklara... Annem evde yokken onun geceliğine sarılıp kokusunu içime çekerek uyuduğum günlere...

"Canım Yunus! Ben sende insan kokusunu seviyorum... Ben sende, senden taşan; etrafındaki taşlara, topraklara, otlara, ölülere bulaşan insan kokusunu seviyorum." (Bedri Rahmi Eyüboğlu)

Sizdeki insan kokusunu seviyorum... Uzaktakilere hasretle...