Doktor “6 haftalık hamilesiniz!” dedikten sonra bayılmışım…
“Hayal ile gerçek arasında bir yerdeyim. Ayhan yanımda.
Evdeyiz. Birlikteyiz… Akşam saatleri…
Radyodan Bülent Ortaçgil’in rahatlatıcı kadife sesi yükseliyor…
Bu sabah yalnız uyandım
Sensiz olmaz, sensiz
olmaz
Tanıdık kokular yok
Sensiz olmaz
Kahvaltım anlamsızdı
Sensiz olmaz, sensiz olmaz
İlk sigaram bile tatsızdı
Sensiz olmaz
Anlaşılan alışmışım
Sensiz olmaz, sensiz olmaz
Bir verdiysem iki almışım
Sensiz olmaz
Aşk bir dengesizlik işi
Sensiz olmaz, sensiz olmaz
Dengeye dönüşen bir sevgi
Sensiz olmaz
Yine kendi kendime sormadan duramadım
Niye seni böyle istiyorum diye bulamadım
Yalnızlık zor, sokaklar çıkmaz
Sensiz olmaz, sensiz olmaz
Hep tekdüze, herşey dümdüz
Sensiz olmaz
Anlamak çözmeye yetmez
Sensiz olmaz, sensiz olmaz
Biraz telaşlı, huzursuz
Sensiz olmaz...
Tanıdık kokular yok
Sensiz olmaz
Kahvaltım anlamsızdı
Sensiz olmaz, sensiz olmaz
İlk sigaram bile tatsızdı
Sensiz olmaz
Anlaşılan alışmışım
Sensiz olmaz, sensiz olmaz
Bir verdiysem iki almışım
Sensiz olmaz
Aşk bir dengesizlik işi
Sensiz olmaz, sensiz olmaz
Dengeye dönüşen bir sevgi
Sensiz olmaz
Yine kendi kendime sormadan duramadım
Niye seni böyle istiyorum diye bulamadım
Yalnızlık zor, sokaklar çıkmaz
Sensiz olmaz, sensiz olmaz
Hep tekdüze, herşey dümdüz
Sensiz olmaz
Anlamak çözmeye yetmez
Sensiz olmaz, sensiz olmaz
Biraz telaşlı, huzursuz
Sensiz olmaz...
Mutfak masasının ucuna yaslanmış bana gün içinde neler yaptığını
anlatıyor. Ben pürdikkat onu dinleyip yiyecek bir şeyler hazırlıyorum. Kendime
bir kadeh şarap koymuşum, hem şarabımı yudumluyorum, hem de salatanın
domateslerini doğruyorum.
- Sen de bir kadeh içer misin bi’tanem?
- Hiç sormayacaksın sandım.
- Hiç sormayacaksın sandım.
Ben ona bir kadeh şarap koyarken gelip belime sarılıyor ve
boynumdan öpmeye başlıyor.
- Yapma! Dökeceğim şarabı...
- Olsun, dök...
- Yapma! Dökeceğim şarabı...
- Olsun, dök...
Öpüşleri hızlanıyor. Bir anda beni kendine çeviriyor. Yüz
yüze, göz gözeyiz… Nefes alıp verişlerini yüzümde hissediyorum, tüm vücudum
sarsılıyor. Sanki derin bir nefes alsam, tüm bedeniyle, ruhuyla içime
girecekmiş gibi… Elini yüzümde gezdiriyor, alnımda, dudaklarımda, ensemde… Boynumu
istemsizce yana doğru büküyorum… Kalbim yerinden fırlıyor, mutfağın tavanında
bir köşeye ilişip yukardan bizi izliyor. Ayhan’ın eli bluzumun içine doğru
usulca sızıyor… İrkiliyorum… Direnmiyorum… Beni koltukaltlarımdan kavrayıp
tezgaha oturtuyor, bacaklarımı beline doluyorum. Gözlerimi kapayıp ona teslim
olmak istiyorum, ama tam tersi gözlerimi kocaman açıp onun
gözlerinin derinliğine hapsediyorum… Ben hayatımda bu kadar güzel bakan bir
adam görmedim. Her türlü imkansızlığa rağmen… Kimbilir bu cümlelerimle aklınıza
neler geliyor? Gelmesin, tutun kendinizi… Önyargısız, en ilkel, en saf
halinizle, duygularınızla dinleyin beni. Yargılamayın. Eleştirmeyin. Utanmayın… Bir sevişmeyi
en saf haliyle dinleyin… Korkmayın…
Ellerimi saçlarında gezdiriyorum… Dudaklarımız birleşiyor,
bir nehrin denize kavuşması misali… Usul usul öpüyor beni… Sanki öpmüyor da,
sadece dudaklarını dudaklarıma değdiriyor… Sakin… Her anı, her saniyeyi sonuna
kadar hissedip hafızasına/hafızama kazımak istercesine… Sanki son gibi, sanki
ilk kez gibi…
Ellerini sırtımda gezdiriyor, haritasını çıkarırcasına… Beni
benden daha iyi biliyor, beni benden daha iyi tanıyor bu adam… Korkutucu
aslında… Ondan hiçbir şey gizleyip saklayamıyorum ben. Her şey olduğu gibi,
apaçık… Gizlemek ister miydim? Hayır… Hayatımda ilk kez birinin yanında benim,
olduğum gibi en korunmasız halimle, en oyunsuz, en temiz, en açık, en ben
halimle… Onun yanında kendimi daha çok seviyorum, kendimi onun gözleriyle görüp
daha çok beğeniyorum, daha çok kadın oluyorum, daha çok
çocuk, daha çok insan…
Beni kendine çekiyor… Gömleğinin düğmelerini birer ikişer
açıp pürüzlü teninde ellerimle bedenini bir kez daha keşfediyorum. Bu yolculuk
hayatımın yolculuğu… Ben onun bedeninde kendimi buluyorum… Kollarımı kaldırıp
üstümdeki t-shirt'ü çıkarıyor… Öpüşlerimiz hızlanıyor… Hızlanıyor… Tenlerimiz
birbirine değiyor… Sanki değmiyor da, delip geçiyoruz birbirimizi…
Tek vücut olmuş iki ruhuz biz, hem birbirinin tıpatıp aynı,
hem de birbiriyle tamamen zıt… O ben olmuş, ben o… Kendi özelliklerimi onda,
onun özelliklerini kendimde bulup şaşırıyorum… Ben onu tanıyana kadar kendimi
dünyanın en kıskanç insanı olarak adlandırırdım. O ise kıskanç olmamasıyla
övünür ama ya kendini tanımaz ya da zaman içinde bana benzediğini inkar etmeye çalışırdı. Çünkü hayatımda tanıdığım en
kıskanç insandı. Biz birbirimize yansıyıp hem kendimizi tanıyıp seviyorduk
birbirimizde, hem de birbirimizi seviyorduk…
Düdüklü tencerenin sesiyle irkildiğimizde ben mutfaktaki
halının üzerinde, o da benim üzerimdeydi… Yarı çıplak…
Üstümüzü toparladık. Sofrayı hazırlamaya koyuldum, ona da bu
arada oyalanması için sabah takmak isteyip dolandığı için takamadığım kolyemi
açması için verdim. Zorlu şeylere bayılırdı. Zor olduğu için mi seviyordu acaba
bizi? İmkansız olduğu için mi? Kimbilir…
Tabağımızdaki yemekler bitmek üzereyken saçma bir konu için
kavgaya tutuştuk. Kavga uzadıkça uzadı. Kelimeleriyle kalbime hançeri birer
ikişer vurdu. Söz konusu o olunca susuyorum ben, konuşamıyorum, kelimelerim
anlamını yitiriyor, konuşamıyorum… Kavgayı da uzatmak niyetinde değildim ama
susmak da tepkinin ya da kavgaya ortak olmanın başka bir halidir. Ben sustum, o sinirlendi. Ben
sustum, o kükredi… Konuş dedi, susma… Ne fark ederdi ki konuşmam, konuyu
uzatmaktan başka… Sustum, kırıldım, incindim…
Tabaklar, çatallar, bıçaklar havada uçuşmadı elbette… Ama
uçuşsa da, ben o bakışları görmeseydim dedim içimden… Bazen bir bakış, tüm
sözcüklerden daha etkili olabiliyor… Sonra konuyu değiştirdi:
- Kolyenin düğümünü açtım.
Benim içim düğümlenmiş, sen ne kolyesinden bahsediyorsun
demek geçiyor içimden ama susuyorum.
- Teşekkür ederim. Sen yukarı çık, ben mutfağı
halleder gelirim.
İçime akıttığım gözyaşlarıyla mutfağı üstünkörü elden
geçiriyorum. Bu süreçte o uyumuştur diye mutfağın ışığını kapatıp parmak
uçlarımda yukarı çıkıyorum. Odanın ışığı yanıyor… Daha fazla kavga etmeye
takatim yok. Uyudu mu acaba? Böyle bir akşamı mahvettiği için kızgınım ona… Ama
ağzımı açıp tek bir söz söylemeye mecalim yok… Makyajımı silmek ve yatmadan
önce son hazırlıklarımı yapmak için banyoya giriyorum. Yüzüme tam su çarparken
diş fırçamı lavabonun kenarında görüyorum, üzerinde bir çimdik diş macunu ile…
Elimde diş fırçası, banyonun soğuk taşları üstüne kendimi bırakıp saatlerce
hüngür şakır ağlıyorum… Bu kadar düşünceli bir adam… Neden? Neden??”
Ayıldığımda doktor karşımda, elleri ellerimde… Yüzündeki o
şapşal tebessüm ile gözlerini bana dikmiş… Hızlıca söze giriyorum…
- Bebeği ne zaman aldırabilirim?
14.09.2016
İstanbul